18 Mayıs 2013 Cumartesi

Lincoln'ün, Oğlunun Öğretmenine Mektubu

Nefes Meditasyonu


Nefes Meditasyonu

"Gözlerinizi kapatın ve kendinizi derin bir sessizliğin kollarına bırakın.
Dış dünya ile olan tüm bağlarınızı koparmaya ve 
şu anda içinde bulunduğunuz zamanın fısıltılarını duymaya çalışın.
Zarif ve sanatsal bir güzellikte, derin bir nefes alın şimdi.
Bu nefes vücudunuzda aksın.
Ona nereye gitmesi gerektiğini söylemeyin.
Bırakın o, sakinliğini inşa edeceği yerin neresi olduğuna kendisi karar versin.
Nefesiniz yol alsın vücudunuzun tüm katmanlarında.
Ona bu yolculuk boyunca eşlik edin.
Yanında olun nefesinizin, izleyin onu.
Gözlerinizin önünde onun silueti belirsin.
Nefesiniz önce ılık bir rüzgâr gibi dokunsun ruhunuzun tüm katmanlarına.
Önüne kattığı her şeyi silip süpüren bir kasırga gibi temizlesin içinizde biriktirdiklerinizi sonra.
Tüm bedeniniz, bu eşsiz arınmayla yıkansın.
Nefesinizin bilgeliğine teslim edin kendinizi.
Onunla yol alın ve onun yanında kalın.
Şimdi nefesinizi, vücudunuzdaki herhangi bir olumsuz duygunun var olduğu bir yere sürükleyin.
Silip süpürsün ne varsa ve hepsini temizlesin.
Katman katman boşaltsın tüm izlerini.
Geride rahatlığın muhteşem sessizliği kalsın.
Nefesinizi tekrar hissedin tüm benliğinizde.
Onu bu defa daha uzun süre misafir edin.
Hemen bırakmayın onu gitmek istediğinde.
Uzun süre tutun içinizde.
Nefesiniz dokunması gereken her yere dokunsun.
O şifalı elleriyle hayat versin yıpranmış duygularınıza.
Bir ışık olup aydınlatsın karanlık dünyanızı
Tanıdık bir ses gibi güven versin size sesi
Bedeninizin tüm katmanlarında hissedin nefesinizi
Her nefeste daha yenilenmiş, her nefeste daha dinlenmiş olun
Nefesiniz, yılların tüm biriken yorgunluğunu kovsun sizin yerinize
Nefesinizle doldurun ciğerlerinizi ve tüm katmanları pırıl pırıl temizlensin.
Kalbinize gönderin nefesinizi ve her atışında yeniden tazelensin.
Hayat damarlarınıza girin nefesinizle.
Kanınıza karıştırın onu.
Saf oksijenle yıkayın hayat suyunuzu
Tüm kaslarınızda ve hatta kemiklerinizde hissedin bu nazik dostunuzu
Derinizin tüm katmanları saf oksijenle yıkansın
Saç diplerinize kadar hissedin nefesinizin büyüleyici varlığını
Bazen sakin bir deniz gibi, bazen hırçın bir kasırga gibi hissedin onu
Sakinliği size huzur ve dinginlik verirken, 
kasırgaya dönüşmüş hali söküp atsın size zarar veren her şeyi.
Nefesinize yükleyin tüm eski alışkanlıklarınızı ve boşaltın onları sonsuzluğun bilinmez sularına.
Varlığınızın tüm katmanları yıkansın nefesinizin saf damlalarıyla
Geçmişi silip süpürün oracıkta.
Tüm izleri kaybolsun ne varsa geçmişe ait
Korkularınızı yükleyin sırtına ve nefesiniz alıp götürsün onları uzaklara
Pişmanlıklarınızı binlerce parçaya ayırsın.
Tüm ilkel yanlarınız bilgeliğe dönüşsün onunla birlikteyken
İçinizdeki bilge gün yüzüne çıksın
Her nefeste yeni bir siz olun
Ve nefesiniz bilgelik koksun”



İndirParça İsmiOynatBüyüklükUzunluk
downloadNefes Meditasyonu
8.8 MBmin

Erteleme Hastalığı



Erteleme Hastalığı

“Nasıl olsa çok zamanım var”
“Yarın başlarım''
“İki günde hallederim ben onu”
“Şimdi kim kalkıp oraya gidecek?
“Tamam, söz veriyorum halledeceğim”
“Sen onu bana bırak”
Listeyi sabaha kadar yazsak bitiremeyiz.  Bunları sizin için, “Yitik Düşler Mezarlığı”ndan topladım. Bu sözler, bazı hayallerin ölmeden önce son kez şahit olduğu konuşmalardır. Yarınları beklemek, hayallerinizin üzerine kezzap dökmek demektir. Doğanın bir ahengi vardır ve o kusursuz işleyiş planında tek bir şey bile yarına bırakılırsa gezegenimiz yok olur.
Güneş her gün doğmaktan sıkılsa ve sadece ama sadece bir gün “doğum izni” kullansa ne olurdu? Herhalde hepimiz bir çeyrek altın yaptırıp ziyaretine giderdik…
Arılar bir günlüğüne uyusalar, kâinattaki bütün denge bozulurdu. Ay dedemiz sadece bir günlüğüne Jüpiter’lere bayram ziyaretine gitseydi, denizler taşar, depremlerle dünya sallanır ve hepimiz yok olurduk.
Kâinattaki işleyiş, bir şeyleri erteleme sistemi üzerine kurulmamış anlaşılan. Bırakın günleri, saniyelik ertelemeler bile söz konusu değildir. Sistem tıkır tıkır çalışır. Tıpkı bizlerde olduğu gibi. Eğer gezegenimiz, “Bugün git yarın gel” felsefesiyle çalışıyor olsaydı, giderdik ama geri gelemezdik.
Bizler de kendi gezegenimizi yönetirken aynı titizlikte, aynı zamanlamada ve aynı uyum içinde davranırsak, tıpkı dünyanın işleyişi gibi muazzam bir hayata kavuşmuş olacağız. Ertelemek, rahatımıza çok düşkün olmakla eş anlamlıdır. Kalkıp o şeyi yapmak, rahatımızı bozacağı için oturup dinlenmeyi, uyumayı bekleriz. Elbette bu esnada zaman ve fırsatlar ellerimizden akıp gider.
Klasik ağustos böceği ve karınca hikâyesidir bu. Bu fabl, bize yaşama dair çok önemli ipuçları verir. Karınca çalışır ve kazananların olduğu yerdedir. Ağustos böceği ise hep erteler ve günün birinde aç kalır.
Bizler de, ya ağustos böceği oluruz hayatta, ya da karınca. Kazanacaklarımızda, kaybedeceklerimiz de bu kısacık masalın içinde gizlidir. Karınca olmak istiyorsanız, rahatınızı biraz bozmanız gerekecektir. Karınca olmak için, sağlam hedeflere ve sizi bu hedeflere götürecek sağlam planlara ihtiyacınız vardır.
Erteleme alışkanlığını yok etmek için, mutlaka sizi harekete geçirecek bazı motivasyon faktörleri bulmalısınız. Çünkü gerçekte hiçbirimiz tembel değiliz. Sadece bizi ayağa kaldıracak, kışkırtıcı bir hedefimiz yok. Sabahtan akşama kadar yan gelip yatan birine, “Hazırlan gidiyoruz. Şu tepede hazine bulduk. Hemen bir kürek al gel” derseniz, uzaya fırlatılan bir roket gibi, daha sizin cümleniz bitmeden kendini o tepeye fırlatacaktır.
Elbette bütün amaçlar bu kadar ani motivasyonlar üretmez. Bizim her şeyden önce büyük bir hedefe ihtiyacımız olacak. Hedefiniz, sonunda elde ettiğiniz zaman sizi çok mutlu edecek, sevinç çığlıkları atmanızı sağlayacak kadar güçlü olmalı.
Sonra da bu hedefleri küçük parçalara ayırmalısınız. Bazı şeyleri bir anda yapmak mümkün olmayabilir. Ama küçük parçalara ayırarak eninde sonunda onu tamamlayabilirsiniz. Önceki kitaplarımda da verdiğim bir örneği yinelemek istiyorum, “Bir karınca eğer isterse bir fili yiyebilir. Belki milyonlarca kez ısırması gerekir ama pes etmediğinde bunu başarabilir
Söz konusu hedeflerimiz olunca, kendimizi disipline etmek en önemli sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bir işçi, emekli olabilmek için otuz yıl disiplinli bir şekilde işe gidip geliyor, ama söz konusu bir yabancı dil öğrenmek olduğunda, iki cümleden sonra hemen pes edebiliyor. Ardından da, “Adamların çöpçüleri bile İngilizce konuşuyor arkadaş” gibi geyiklerle işi espriye vurarak kapatabiliyor.
Hedeflerinizin sürekliliğini, vücut geliştirme egzersizlerine benzetebiliriz. Eğer bir günde sıkı kaslara ve güçlü bir vücuda kavuşmak istiyorsanız bunu başaramazsınız. Bir hafta ya da bir ay çalıştığınızda da sonuç alamazsınız. Eğer sıkılır ve hemen bırakırsanız, bütün emekleriniz heba olur. Bir hedefe ulaşmak için hiçbir şeyi ertelemeden, pes etmeden sürekli olarak çaba göstermelisiniz.
Bu arada hedefiniz gözünüzün önünden bir an bile ayrılmamalı. Çünkü hedefi görmezseniz, kaybolabilirsiniz. Birçok yüzücü, sis önünü kapatınca kıyıyı göremediği için rekora birkaç kulaç kala vazgeçmiştir. Birçok başarılı insan, birileri o hedefe birkaç adım yakınken, onların bıraktığı yerden devam ettiği için başarılı olmuştur.
Pes etmek sözcüğünü hayatınızdan çıkarın. Erteleme kelimesinin üzerine kezzap dökün. Hatta bununla da yetinmeyin bu kelimeyi ağır bir demire bağlayıp okyanusun dibine fırlatın. Pes ettiğiniz, ertelediğiniz ya da eyleme geçmediğiniz her durumda, hedeflerinizi kendi ellerinizle toprağa vermiş olursunuz.
Kimse de size madalya takmaz. Çünkü kaybedenler değil, kazananlar alkışlanır. Ne yazık ki dünyada düzen böyledir. Madem oyun, kazanmak üzerine kurulu, o halde hazırlanın, yola çıkın, pes etmeyin ve kazanın. Kazanan olmak güzeldir. Kimse kaybetmeyi istemez. Birilerinin sizi teselli etmesi mi hoşunuza gider, yoksa sizin başarılarınızın dilden dile dolaşması mı?
Ben hayatım boyunca, başarı kelimesinin bizim DNA’larımızda bir yerde kayıtlı olduğuna inanmışımdır. Başarı duygusu hepimizin istediği ve elde etmek için bütün gücünü kullanmaya hazır olduğu bir duygudur.
Maalesef baskılar, kurallar ya da başka etkenler, insanlarla başarı arasında bir duvar olabiliyor. Ama o duvarları yıkabilirsiniz. Kurallara meydan okuyabilir ve pes etmeden yolunuza devam edebilirsiniz. Tarih bunu başaranların hikâyeleriyle doludur. İnsanlık tarihi, başarılar tarihidir. Ampulü bulmak için çaba gösteren ve başarısız olan binlerce mucit vardır. Ama tarih kitapları, onu başaran kişiyi yazar. Hiçbir tarih kitabında, “Ampulü bulmak istedi. Ama oturup akşama kadar okey oynadığı için bunu başaramadı” gibi bir bilgiyle karşılaşmazsınız. Kimsenin size acımasına, başarısızlıklarınızı dilden dile anlatmalarına izin vermeyin.
Başarısızlıklarınız bile ilham versin. Başarısız olduğunuzda bile, “Sonuna kadar ter döktüm ama olmadı” diyecek cesareti ve rahatlığı gösterin. Birileri karşınıza çıkıp hayallerinizle kahkahalar eşliğinde dalga geçiyorsa, onlara kiminle dalga geçtiklerini göstermenin zamanı gelmiştir.
Hadi o zaman, gösterin onlara…


Ayrıca Şu Konular da İlginizi Çekebilir:

Önce Sen Adım At!



Önce Sen Adım At

Hayır canım! Neden siz atacaksınız? O atsın! Ama ben sizin tarafınızı tuttuğum için söyledim bunu. Fakat siz yine de bu söylediğimi çok ciddiye almayın. İlk adımı atan hep siz olun. İlk adımı atan tarihe geçer.
Bakın Neil Armstrong aya ilk adımı attı ve karizması zirvede. Şimdi ben çıksam aya, kimse umursamaz bile. İlk adımı atın ki, diğerlerinden bir farkınız olsun.
İlk adımı atmak zordur. Her konuda zordur. Bir polis için, ihbar edilen eve girerken atılan ilk adım, bir itfaiyecinin yanan evin içine attığı adım, yüzmeyi öğrendikten sonraki ilk deneyiminiz… İlk adımı atmak zordur. Bu nedenle, ilk adımı hep cesurlar atar. Korkaklar ise, hep ikinci adım atan kişi olmak isterler.
Eğer bütün bunlardan sonra, “Banane, o atsın ilk adımı” dersek, hiç yakışır mı bize? İlk adımı cesurlar atardı değil mi? Aşk da cesaret gerektirmiyor mu? Sevgi cesaret olmadan yaşanır mı? İş dünyasında korkaklara yer var mı? O halde neden ilk adımı başkalarından bekliyoruz?
Ne diyordu “Carpe Diem” bize? “Yaşadığın günü kavra. İçinde bulunduğun zamanı ölümsüz yap” Peki, bunu şimdi yapmayacaksanız ne zaman yapacaksınız? Eğer bunu siz yapmayacaksanız kim yapacak?
O halde beklemek niye? Daha ne kadar bekleyeceksiniz? Beklemekle kaçırdığınız ve farkında bile olmadığınız fırsatlar size slayt şeklinde izletilse, herhalde başınızı duvarlara vururdunuz. Daha ne kadar fırsatı kaçıracağız? “Önce o adım atsın” diye ne kadar bekleyeceğiz? Ne olur siz atsanız o adımı? Hem siz atsanız ne kaybedersiniz?
Gurur” dediğimiz saçma icat, bize yaşamda neler kaybettiriyor düşündünüz mü? Gurur ve Onur, tamamen farklı kavramlardır. Onur kişiliğimizle ilgilidir ama gurur genellikle davranışlarımızla… “Sen benim paltomu nasıl oraya asarsın?” gibi bir saçmalık paltoya yapılan davranışı kişiselleştirmekten başka bir şey değildir. Zaten çok nadiren kişiliğimizle ilgili saldırılarla karşılaşırız. Genellikle mesele haline getirdiklerimiz küçücük ve anlamsız şeylerdir. Bir lahana yüzünden töre cinayetleri çıkar mı? Eğer istersek bal gibi de çıkar. “Sen bizim lahanamıza nasıl…” diye başlayan konuşmalar, kan davalarına dönüşebilir.
Ne gerek var bütün bunlara? Bırakın ve haklıçıksınlar. Bırakın, ilk adımı sizin atmanızın zevkiyle dört köşe olsunlar. “Nasıl da ilk adımı ben atmadım” diye mezdeke oynasınlar. Bu defa onlar kına yaksınlar diledikleri yerlerine. Önemli mi? Yaşamda önem verdiğimiz konular bunlar mı olmalı? Yerdeki fayanslar hakkında yapılan bir sohbetin, “Sen ne anlarsın fayanstan?” diye kavga ile bitmesi hoş mu?
Önümüzdeki otuz yıl boyunca, “Seni fayans düşmanı seniii!” diye nefretle dolmak ne kadar da anlamsız. Alt tarafı fayans işte. Anlasan ne olur, anlamasan ne olur? Fayans kırıldığında değiştirirsiniz ama insanların kalbini kırdığınız zaman ne yazık ki yedek parçası bulunmuyor. Bir insanın kalbini kırmak, başka birisine nasıl mutluluk veriyor, hayatım boyunca anlamamışımdır. Bir insan, nasıl başka birini mutsuz eder?
Eminim siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur. Hayatım boyunca kavgadan, tartışmalardan bütün olumsuzluklardan uzak durdum. Bütün bunlar bana çok gereksiz ve boş şeyler gibi gelirdi. Hem de kavgadan gürültüden geçilmeyen ortamlarda büyüdüğüm halde. Bu durumu arkadaşlarım da fark etmişlerdi. Benim kimseyle kavga etmiyor olmam, onlara tuhaf geliyordu. Sırf benim nasıl kavga edeceğimi görmek istedikleri için, bir arkadaşımla şakacıktan da olsa kavga etmemi istediler. O kadar zordu ki, ne diye kavga edeceğimi bilemedim.  O benim omzuma eliyle vurdu, ben onun omzuna. Yapamadık!
Gülüyordum çünkü. Çok saçma geliyordu. Bugün de saçma gelir. Elbette çok büyük tartışmalara girdiğim oldu, zaman zaman sesimi çok yükselttiğim anlar yaşadım ama bunları aynen size anlattığım gibi kontrollü bir şekilde yaşadım. Fakat bunlar bile, bir elin parmaklarını geçmez. Biraz daha bu gözle baktığınızda, kavgaların büyük çoğunluğunun ne kadar gereksiz olduğunu görürsünüz. Bizler hakkımı sonuna kadar arayan, kendine güveni olan ve kendini ezdirmeyen insanlar olmalıyız.
Bunları yapmak için de kavgaya, tartışmaya ya da bunun gibi şeylere değil, duygularına hâkim olmaya ve cesur olmaya ihtiyacımız var.


İlgili Konular:

Buna Yıllar Sonra Yine Kızıyor Olacak mısınız?



Buna Yıllar Sonra Yine Kızıyor Olacak mısınız?

Büyük ihtimalle hayır! Duygularımız çok hızlı değişimlerden geçer. Sizi bugün rahatsız eden bir konu bir zaman sonra hiç etkilemeyebilir.
Ani patlamalarımızın büyük çoğunluğu saman alevi gibidir. Alev kısa sürede söner. Ama o ateşin üstüne ilaveler yaparsanız giderek büyüyen bir yangına dönüşebilir.
Bütün kavgalar, çoğunlukla ilk birkaç dakika içerisinde sona erdirilebilir. Aynı şekilde, küçücük bir sorun, saniyeler içerisinde cinayetlere dönüştürülebilir.
Duygularınıza hâkim olmak, o alev başladığı anda hemen müdahale edip yangının büyümesini engellemekle mümkündür. Yoksa sizi itfaiye bile kurtaramaz! Geçmişte yaşadığınız can sıkıcı durumların hangisi bugün sizin için yine önemli? İlkokul yıllarında arkadaşlarınızla aranızda geçen kavgaları hatırlayın. Kırk yıl sonra karşılarına çıkıp, “Sen benim silgimi nasıl yersin!” diye hesap sorar mısınız? Ya da bir gün onların karşılarına dikilip, “hani elli yıl önce parmaklarıyla ıslık çalamadığı için dalga geçtiğiniz bir çocuk vardı. Hatırladınız mı? Alın size ıslık…” der misiniz? Sakın içinizden, “Evet, deerrmişiiimm.” demeyin çok üzülürüm.
Hangi durumlara yıllar sonra kızıyor oluruz ki? Çok azına. Muhtemelen şu an yaşadıklarınıza da bir zaman sonra kızmıyor olacaksınız. Doğadaki değişim kanunudur bu. Eskiyen her şey atılır. Yerine yenileri gelir. Eski duygular gider, yeni duygular gelir. O halde, eski duygularımızı saklamanın, “Bir gün zamanı gelecek” diye saman saklamaktan ne farkı var?
Sizin tartıştığınız o kişi geçmişte kaldı. Şu an karşınızdaki insan o değil. Siz de o zaman ki siz değilsiniz. Düşünceleriniz değişti, bakış açınız değişti hatta bedeniniz değiştir. Vücudumuz her birkaç yılda bir tamamen yenilenir. Bütün hücrelerimiz kendini tazeler. Bu demektir ki, bizler birkaç yılda bir yenileniriz. Otomobiliniz bile eskir, ama siz hep yeni kalırsınız. Bu yüzden, o geçmişteki kendinizi ve diğerlerini de böyle değerlendirin. Onlar ve siz aynı kişiler değilsiniz.
Bugün yaşadıklarınız da, gelecekte var olacak size ait değil. Gelecekte siz değişmiş olacaksınız. Tabi bu kural kanun karşısında geçerli değildir. Bir suç işlediğinizde hâkime, “Ben o kişi değilim hâkim bey” diyemezsiniz. Ama duygusal açıdan bu doğrudur. Kimlik numaranız, adınız ve doğum yeriniz değişmez. Duygularınız, fikirleriniz, bakışaçılarınız ise sürekli olarak değişir. Madem bu hep böyle olacak, şimdi bunu hayatımıza uygulayabiliriz.
Bugünden itibaren yaşadığınız günleri, daha bir farkında olarak yaşamanızı öneriyorum. Karşılaştığınız her duruma, eskiden verdiğiniz gibi değil de, bu kitapta paylaştıklarımız doğrultusunda tepkiler vermeye çalışın. Kendinizi her gün yenilenen ve başka birisine dönüşen biri olarak görün. Dünkü siz, bugünkü siz değil. Dün yaşandı ve bitti. Dersinizi aldınız ve sayfa kapandı. Bu kadar! Yarın başka bir gün olacak ve yarın da bugünkü siz olmayacaksınız. Karşınıza ne çıkarsa çıksın, çözecek, güçlü olacak ve olayı yaşandığı yerde kapatacaksınız.
Yangınlar, yangının çıktığı yerde ve çıktığı anda söndürülmelidir. “Ben bu yangına doyamadım, birazını da seneye söndürmek istiyorum” demek ne kadar saçmaysa, sorunları da o anda çözmek yerine, “Şeyy, sanırım biraz zamana ihtiyacım var” demek aynı şeydir. Ne kadar zamana ihtiyacınız var? Bir saat yeterli mi? Bence yeter de artar bile. Ben genellikle sorunları, bir saatte çözüp bitirmeye gayret ederim. Elbette bütün sorunları değil ama neredeyse tamamına yakınını.
Sorun yaşadığım anda, saatime bakarım ve kendi kendime, “bir saat içinde ne yapıp edip, bu sorunu çözmüş olacağım” derim. Bazen sorun o anda çözülmeyebilir. Ama bu bir saat içerisinde olası bütün çözümleri planlamalısınız. En azından, nasıl çözüleceğine dair bir plan netleşmeli kafanızda. Bir saat kuralı harika bir yaklaşımdır. Eskiden bunu “Bir gün” olarak kullanırdım. Ama neden kocaman bir günü mahvedeceğiz ki. Bu yüzden, bir saat yeterli bir süredir. Nasılsa bu probleme yıllar sonra üzülüyor olmayacaksınız, nasılsa bu sorun er yada geç bitecek, o halde neden günlerce uzatalım? Hemen şimdi sorunu çözmeye başlayabilirsiniz. Şimdiki zaman gibisi yoktur. Sorun çözmek için bundan iyi fırsat olamaz. Eğer sorunu şimdi çözmezseniz, sorun küflenmeye, kokmaya ve kabak tadı vermeye başlar.  Siz hiç yaz günü balkonda bir kalıp peynir unuttunuz mu? Bir hafta sonra o peyniri almak üzere balkona çıktığınızda göreceğiniz manzara enfestir. Gördüğünüz manzara size, eğer duygularınızı da peynirleri sakladığınız gibi saklarsanız, başınıza gelecekleri anlatır.
Bütün acıların bir son kullanma tarihi vardır. Uzattıkça küflenirler.
Bence çoğu acının son kullanma tarihi bir saattir.
Ve o süre, acının kapağını açtığınız anda
başlamıştır!


Ayrıca Şu Yazılar da İlginizi Çekebilir: